ÇAMURDAN SUYA YÜRÜMEK
ÇAMURDAN SUYA YÜRÜMEK
(2019, Deniz Spatar)
Stephan (Seibert), NVC On The Road (Şiddetsiz İletişim Yolda) projesine devam ediyor. Bu kez onunla Hamburg’da buluştuk. Hamburg beni çok etkiledi. Zihnimdeki yeşil ve serin Almanya’ya, deniz, su kanalları, kanolar, Hamburg Elbphilarmonie Binası ve yakıcı bir güneş eklendi. Hamburg’un en tatlı sürprizi ise kanoyla kanalları gezerken suyun ortasında CNVC Eğitmeni SimranWester’le karşılaşmak oldu. Suyun ortasında bir kanoda Stephan’la ben, bir kanoda Simran ve ailesi, karşılıklı sevinç çığlıkları attık.
Geçen sefere göre daha hafif bir çanta hazırlamıştım, yalnızca 10 kg. Stephan da çantasındaki bazı yüklerden kurtulmuş, elinden geldiğince yükünü hafifletmişti. Bununla birlikte yeni bir ortak yükümüz vardı. Hava 30 derecenin üzerinde sıcaktı. Kendi yüküne içinde bulunduğun yerin yükü de eklenince yürümek iyice zorlaşıyordu. Hamburg’dan yakınlardaki bir arkadaş ziyaretinin ardından Stephan’a "Şimdi nereye?” diye sordum. "Bilmem” dedi, "birlikte karar verelim”. Yeri konuşmayalım dedik, ihtiyaçlarımızı konuşalım. Serinlemek ve keşif dedik. Stephan haritayı açtı bana Kuzey ve Güney Denizi kıyılarını gösterdi. Sonra Büsum’u, oradaki MedCezir’i anlattı. Hemen karar verdik. Büsum’a gidecektik. Sıcağın yükü o kadar ağırdı ki, trenle gitmeye karar verdik. Keyifli bir tren yolculuğunun ardından Büsum’a vardık.
Stephan, yakın zamanda kendi egzersizlerine, Krishananda ve Amana’nın Öz’le ilgili çeşitli egzersizlerini ve ClintonCallaghan’dan öğrendiklerini katarak, bir Şiddetsiz İletişim derinleşme çalışması geliştirdi. Bu süreçte, CNVC Sertifikalı Eğitmen BarbelKleien’ın da çok değerli katkılarını aldı. Sonra birlikte buna bir isim verdik, şimdilik "Özümden Netliğe Yolculuk” dedik.
"Özümden Netliğe Yolculuk”un beni en çok etkileyen tarafı tetiği fark ve kabul edip bir farkındalık yolculuğuna çıkmak. Sonunda da özün yani ihtiyaçların güzelliğinin rehberliğinde yeni bir bakış açısına ulaşmak.
İşte, Kuzey Denizi’nin güneyinde, Wadden’inBüsum kıyısında MedCezir’in izlerini takip ederek yürürken sık sık bu çalışmayı düşündüm. Yazdıklarımı bir gezi yazısı gibi okuyabilirsiniz. Bununla birlikte isterseniz, yukarıda anlattığım "Özümden Netliğe Yolculuk”un hediyeleri gibi de düşünebilirsiniz. Okumaktan keyif almanız dileğiyle.
51 yıl yaşadıktan sonra 7500 yıldır olmaya devam eden bir yerin kıyısındayım. Sevgilimle birlikteyim.
Güneş sağ yanımızdan yeryüzüne doğru süzülmeye başladı. Gökyüzü turuncu, pembe, eflatun, gri, mavi... Her baktığımda başka bir alem görüyorum.
Burada su binlerce yıldır geliyor, altı saat kalıyor ve sonra gidiyormuş. Ve hep yeniden geliyormuş.
Şu anda, bakarken su usulca ve tüm gücüyle açıklara doğru çekiliyor. Çekilirken martılar, yengeçler, insanlar ve cümle alemden kalanları derleyip toplayıp yanına alıyor.
Bu deniz, benim alışkın olduğum denizlere benzemiyor. Suyu yeşille kahverengi arası, bulanık. Merakımla bağlantım var mı, emin değilim. Yeni tatlara, renklere, rüzgarlara, dillere, kültürlere açık mıyım? Yoksa tüm bunlar yerine geçmişte mutlu olduğum bir deniz kenarının hatırasını zihnimde besleyerek ahlanıp vahlanmak daha mı kolay? Acaba, tanımadığı bu deniz karşısında tanıdığı denizlere tutunmaya çalışan içimdeki o "şey”, bilinmeyen karşısında hep bildiklerine tutunmaya çalışan o "şey” mi? Her ne ise o, içimdeki coşku ve merakın üstüne endişeden örülmüş bir şal örtmeye çalışıyor. O şalı çıkarıp bir yere koyunca canlanıyorum.
Şimdi buradaki denizi mümkün kılan yerin yüzünü görebiliyorum. Yerin yüzüne bir hikaye yazıyorum: Bu yeryüzü sudan usulca başını çıkaran bir deniz kızının teni sanki. Canlı, taze, pırıl pırıl ve şaşırtıcı. İnsanlar yerin bu yüzüne "çamur” diyorlar. Çamurdan sanki fısıltılar yükseliyor. Suyun açtığı boşluklara dolan esinti milyonlarca notayla fısıldıyor. Alışkın olmadığım bu yeri anlamaya çalışırken, hissetmeyi unutuyorum çünkü süslü cümlelerle düşünüyorum. Bu da epeyce eski bir alışkanlığım. Düşünmeyi bıraktığımda tenimdeki ürpermeleri, içimdeki meraklı coşkuyu, çocuksu neşeyi yeniden hissetmeye başlıyorum. MedCezir’in ne olduğunu hiç bir kelimeye sığmayacak derinlikte idrak ediyorum.
Su sessiz sedasız çekiliyor. Çekilirken kalbimden, karnımdan bir şeyleri kendisiyle birlikte bilinmez açıklara doğru çekiyor.
Etrafımızdaki insanlar çekilen suyun peşinden yerin yüzünde yürümeye başlıyorlar. Güneş yeryüzüne iyice yaklaştı. Parlayan yeryüzünün üstünde suya doğru yürüyen onlarca kadın, erkek, çocuk silüetleri görüyorum.
Sevgilimle birlikte, biz de,elele suyun peşinden yürümeye başlıyoruz.
Yerin bu yüzüne ilk adımımı atıyorum. Serin, yumuşak, kaygan... Bazen keskin. İstiridye, midye kabukları ve yengeçler var. Yengeçler, irili ufaklı, canlı ve cansız. Yengeçler için endişeleniyorum. Sanki 7500 yıldır yengeçler ne yapacaklarını bilmezlermiş gibi... Bu da eski bir alışkanlığım. Acaba kaçıncı kez coşku ve mutluluk duyduğumda zihnim bana dünyadaki acıları hatırlatıyor? Mutlu olduğum için kaçıncı kez suçluluk duyuyorum?
Ayaklarım alışkın olmadıkları adımlar atıyorlar. Benim için bu yepyeni yeryüzünde tabanlarımdan kaval kemiklerine doğru hiç bilmediğim kaslar çalışmaya başlıyor.
Düşmemek için sevgilimin elini sıkı sıkı tutuyorum. Elini tutmak güven veriyor, güvendikçe çamurun üstünde beni daha az yoruyor. Peki sevgilim de daha az mı yoruluyor acaba? Güvenden, düşünceye ne de hızlı geçiyorum.
Sevgilimin elini bırakırsam ne olur acaba? Elini bırakıyorum. Birlikte ve kendi adımlarımızla yürümeye başlıyoruz. Hala güven duyuyorum, ne de olsa çamurda birlikte yürüyoruz.